Port Shire Port Shire RPG'ye hoş geldiniz! |
| | Cadı Alımları | |
|
+26Lucas Behindrio Feliks Heinrich Lethe Bonham Farfalla Donzel Biljana Blazhe Briseis Irma Silimauré Morana Lepoutre Aurélien Rhodanthe Krystelle Bartoloměj Anechka Meyerovich Greger Samsa Winter W. Archangel Gianna de Laurentis Theodorakis Palabras Paiva Lechkov Jayden Lauren Yvette Ella Swansea Ilyna Sky Jocelyn Mia Evans William Sky Euphoria Crowley Brandon Sky Clarise Miao Evaris Sky Mori Suzume Port Shire 30 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
Port Shire DM
| Konu: Cadı Alımları Çarş. Şub. 05, 2014 6:24 am | |
|
Cadı ırkı ile ilgili bilgileri [Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] bulabilirsiniz.
- Kod:
-
Karakterinizin; Adı ve Soyadı: Örnek RPG: İstenilen Özel Yetenek: Bilgilendirme: Her cadının kendine ait özel bir yeteneği vardır ve bunlar sadece 7 Harika'yla sınırlı değildir. Sadece Konsey üyeleri elementleri kontrol edebildiği için cadılar element haricinde her türlü yeteneğe sahip olabilir.
En son Port Shire tarafından Cuma Şub. 14, 2014 1:20 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Mori Suzume Cadı
| Konu: Geri: Cadı Alımları Cuma Şub. 14, 2014 11:39 am | |
| Mori Suzume. -Suzume ismi, Mori soyadı. Japon geleneği.- Örnek rol oyunu Evaris Sky'a yollanıyor. | |
| | | Evaris Sky Cadı
| Konu: Geri: Cadı Alımları Cuma Şub. 14, 2014 11:41 am | |
| | |
| | | Clarise Miao Cadı & Profesör
| Konu: Geri: Cadı Alımları Cuma Şub. 14, 2014 1:07 pm | |
| Claris Miao -Persephone Vlonjati- karakteri ile aynı. Divination | |
| | | Brandon Sky Avcı
| Konu: Geri: Cadı Alımları Cuma Şub. 14, 2014 1:09 pm | |
| | |
| | | Euphoria Crowley Cadı & Üniversite Öğrencisi
| Konu: Geri: Cadı Alımları Cuma Şub. 14, 2014 1:46 pm | |
| Karakterinizin; Adı ve Soyadı: Euphoria Crowley Örnek RPG: - Spoiler:
Kar. Olabildiğince beyaz. Gösterişli ve saf. Kirlenmek için var. Birileri elbet gelip kirletecek. Beyaz gecelerin meşhur olmasının sebebi belki de budur. Rusya,St. Petersburg. Roxanna'nın gözlerini açtığı yer...Elindeki sigaranın bittiğini fark eden cadı,izmariti yere atıp ayağıyla ezdi söndüğünden emin olmak için. Bunu yaparken gözlerini katedralden ayıramıyordu. Diğer elinde tuttuğu fotoğraf makinesini artık kullanabilir ve harekete geçebilirdi. Kameradan,katedral bütün ihtişamıyla sergileniyor ve renkleriyle herkesin hayranlık duymasını sağlıyordu. Fakat,Roxanna'nın asıl işi bu değildi.Kadraj aynı zamanda,40-45 yaşlarında saçları hafiften beyazlamış olan bir adamı da görüyordu. Hatta görmekten onu çok takip ediyordu makina. Roxanna,buz gibi gecede derin nefes almaktan başka bir şey yapmadı,şimdilik. Arada bir kadrajdan takip ettiği adama bakıyor ve tekrar yaktığı sigarasının keyfini sürdürüyordu. Beyazlar arasında siyahlara bürünmüş biri olarak,dikkat çekmemesi sevindirdi cadıyı. Petersburg,bu dondurucu geceye rağmen uyumuyordu. Müzik sesleri,sarhoş Rus gençlerin naraları ve kendini kaybedenler. Hepsini bir film gibi izliyordu katil. Şanslıydılar,aralarından kimse ölmeyecekti. En azından öldüren,Roxanna olmayacaktı. Geceyarısına kadar bu rutini sürdürdü katil. Kadraj,etraftaki insanları izlemek ve sigara. Ah,buzdan keskin soğuğu unutmamak lazım. Nasıl unutulur,Rusya'ya tam bir hakaret olur.
Onu bu gece çoğu kişi bir fahişe zannediyordu. Paltosunun altında,çıplak olduğunu düşüncesini dile getirenler bile oldu. Genç cadı önemsemedi bile bunları. Bildiği bütün küfürleri sıralamak dışında. Saatine baktığında,geceyarısının şehirde bir hakimiyet kurduğunu hissetmeye başladı. Kalabalık dağılıyor ve birkaç sarhoş grup dışında kimse kalmamıştı. Sanki birisi tarafından aniden ortadan kaldırılmıştı. İşe koyulma vaktiydi. Çektiği fotoğraflara bakarak,adamın kıyafetini iyice benimsedi. Evet hala oradaydı. Katedral hakkındaki tanıtım yazısını okuyordu. Elleri cepte,ağzından nefes alarak gözlerini bir dakika bile ayırmıyordu genç cadı. Yavaş adımlarla yürürken,düşündüğü ve odaklandığı tek şey onun aklını nasıl çelebileceğiydi. Fahişelik? Ruslar için oldukça sıradan. Klasik olmayı sevmezdi,Roxanna. Bir rehber? Neden olmasın. Üstelik dört dil biliyordu. Karanlıkta pek seçilemese de,kurban bir İngilizi andırıyordu. Birkaç adım sonra ise bunu öğrenebilecekti. Yüzüne sahte olmayan bir gülümseme takınarak ilk önce Rusça konuştu adamla.''Здравствуйте, могу ли я вам помочь? (Merhaba, size yardımcı olabilir miyim?)''Adam boş gözlerle bakıyor ve belli ki kendi dilinde veya çatpat Rusçası ile anlamadığını ifade etmeye çalışıyordu. Konuşmasına fırsat vermeden,sorusunu İngilizce dile getirdi. Adam,bu sefer gülümsemiş ve o da aynı dilde cevap vermişti. Aksanı öyle belirgindi ki,Roxanna bazen hızına yetişemiyordu açıkçası. Konuşmalar devam etti bir süre. Katedralin hikayesinden,restorasyonuna kadar. Roxanna bunu hem ezberlemişti hem de hikayesini sevdiği için aklında tutuyor ve hissettiği şekilde karşısındakine aktarabiliyordu. Bir süre sonra kurban ve katil yanyana yürüyordu.
Katil,kurbanını tanımıyordu. Tek işi onu öldürmekti. Gerisine karışmazdı o. İstese de karışamazdı. Şu an kurbanı öldürmese,kendisinin onun yerine geçeceğinden ve ruhunu teslim edeceğinden adı gibi emindi. Duraksadılar. Kurbanının kanına girmişti,katil. Daha fazla vakit geçirmek için söz bile istemişti. Yarın,gene aynı saatte burada diye. Roxanna gülümsedi. Keşke demeyecekti ama daha geç öldürmeyi tercih ederdi. Fakat onun ölüm zamanı çoktan gelmiş hatta geçiyordu bile. Beyaz şehir,birazdan simsiyah geceyle birlikte bir de kırmızıyı ekleyecekti yanına. Ellerini bir an olsun bile ayırmadığı paltosunun cebindeki bıçak,artık kirlenmek için sabırsızlanıyordu. Fakat ilk önce eller bıçaksız çıktı o cepten. Yumruk adamın sol yanağını bulmuştu. Tabii bu onu yere sermemişti bir anda. Sadece sersemletmiş ve ''Seni aşağılık fahişe'' gibi bir serzenişi beraberinde getirmişti.Hiç vakit kaybetmeden,tekmelerini ard arda sıralayan Roxanna,küçük yaşta aldığı eğitimin ne kadar işe yaradığını bir kez daha anlamıştı. En sonunda kurbanı hızlıca yere yatırarak,sol eliyle kavradığı bıçağı kalbine saplaması sırasında bir salise bile geçmemişti sanki. Haykıran adamın ağzını diğer eliyle kapatıp,şşş diyen katil asıl darbeyi ikinciye saplamıştı. Acımasız bakan gözler,kesilen boğazdan akan kanın giderek karı bulmasını zevkle izlemişti sanki. Mavi gözler,ışıkla birlikte parlıyor ve kalbine inen darbenin verdiği acıyı temsil ediyordu adeta. Kar kokusuna karışan kan,buz gibi soğukta kendine bir alan bulamıyordu bile. Soğuklar bunun için vardı zaten.
Maktülün üstünden kalkan Roxanna,paltosunun içindeki kocaman torbayı açarak cesedi ona yerleştirdi. Hiç vakit kaybetmeden hızlıca çöp kutusunda kendine bir yer edinen cesetle vedalaştı. Şimdi iş temizlikteydi. Etraf o kadar sessizdi ki,sırf Roxanna için hazırlanmıştı sanki bu gece. Eline aldığı kanlı karları birbir,çöpe atmayı seçmişti Roxanna. Tabii ki bu işin eğlence kısmıydı. Asasını çıkararak,büyülü sözcükleri fısıldadıktan sonra kar eskisinden daha parlak olmuş ve daha güzel görünmüştü. Soğuk,nefesini kesmeye devam ediyordu bu arada. Derin nefeslerini tekrarladı genç cadı. Ellerini de yine kar ile temizlemek istedi. Parmaklarının uyuşmuş olması ve onları hissetmemesi umrunda değildi. Şimdi sıra,işin en keyifli kısmındaydı. Başlangıça dönüş. Hayır,yeni bir kurban yoktu bugün. Olağanüstü durumlar hariç her geceye bir kurban ait olurdu. Tanrıyı o kadar yormamak lazımdı değil mi? Sigaraya geri dönüş vaktiydi. Tekrar birkaç insanın olduğu kısma giderken,sigaranın dumanını üstüne siniyordu. Ve işte o meşhur şarkı çalınıyordu etrafta. Walk the streets for money,you don't care if it's wrong or if it is right...Roxanne. Petersburg,yine uykusuzdu.
İstenilen Özel Yetenek: Divination | |
| | | William Sky Üniversite Öğrencisi
| Konu: Geri: Cadı Alımları Cuma Şub. 14, 2014 1:47 pm | |
| | |
| | | Jocelyn Mia Evans Cadı & Üniversite Öğrencisi
Yaş : 28
| Konu: Geri: Cadı Alımları C.tesi Şub. 15, 2014 7:09 am | |
| Ad-Soyad: Jocelyn Mia Evans Örnek RPG: - Spoiler:
"Bana bak bana, sen kendini ne sanıyorsun? Bir daha binama da Helga'ya da laf ettiğini duymayayım, yoksa senin için sonu çok kötü olur!" diye basmıştı çığlığı genç kız, tenha koridorun ortasında, üç Slytherinli çocuğa karşı. Binasına ve daha da kötüsü, kurucularına hakarette bulunmuş bu üç sefilin karşısında tek kız olmasına rağmen korkmuyordu. Gözleri öfkeyle dolmuştu, dudaklarını birbirine bastırıyor, eli asasının yakınlarında duruyordu. En küçük hareketlerinde yada başka bir kötü sözde alınlarının ortasına çakacaktı büyüyü. O anda bir aslandan farksızdı cesaret konusunda, kimse onlara uyuşuk diyemezdi, asla. İşte beklediği, bardağı taşıracak son damla da gelmişti, vasıfsız demişti çocuklardan biri o pis ağzıyla yamuk bir şekilde gülerek. Sabırmetre'sinin en tepesindeydi ve hayır, olamaz. Daha fazla tahammül edemezdi, az önceden beri yapmayı düşündüğünün aksine asasına sarılmadı, direkt olarak çocukların üzerine fırladı, zaten cılız olanını göğsünden itip yere düşmesini sağladı ve diğerlerinin kendisine doğru geldiğini gördü. Bu sefer de onlara saldıracakken arkasından iki güçlü kol, kendisini belinden sarıp geri çekti. Hızlıca dönüp omzunun üzerinden baktığında o kişinin Léo'dan başkası olmadığını gördü. Daha da sinirlendi, demek binadaşlarını koruyordu büyücü? Öyle olsun, dercesine bir bakış attıktan sonra çocuğun kollarında debelenip iki Slytherinliye ulaşmaya çalıştı bir yandan da ince sesiyle bağırarak, "Sizi gidi onun bunun çocukları, gelin buraya, hele bir elime geçirirsem sizi, bakın o zaman neler oluyor! Kime diyorum ben? Parçalayacağım sizi! Bırak beni! Bı-" genç adamın elini ağzına kapatmasıyla sesi boğuklaşmıştı ama küfretmeye devam etti bir süre. "Çocuklar, o bugün biraz agresif, bulaşmasanız iyi olur, şimdi gidin, hadi." Bu sözlerinin üzerine çocukların hızlıca toparlanıp boş koridordan ayrılmasıyla sadece ikisi kalmışlardı. O zaman kollarından kurtulabildi, döndü ve büyücünün karnına bir tane geçirdi. Sinirle kollarını göğsünün önünde birleştirdi. Gözlerini kısıp çocuğa baktı ve ardından klasik tribini uygulayıp hiçbir şey söylemeden o şekilde koridorda hızlı ve sert adımlarla ilerlemeye başladı, Léo'nun, "Hadi ama Lib, ben seni korudum!" diye söylenmesini umursamayarak. Eğer Léo gelmeseydi, diye düşündü. İşiniz bitmişti.&
"Büyücü yaşamının geçmiş yıllarında ortaya çıkmış bir ihtiyaç, nostalji. Birçok alanda kullanıldı, ağır suç davalarında kanıt olarak, hafızanın ötesine berisine atılan hafızaların canlanması için. Fonksiyonlarından biri de dersimizin bugünkü işlenişini oluşturuyor. Yıllar önce pek yaygın kullanılmayan Düşünseli'nin torunu sayılabilir nitelikte şu an sınıfımızda bulunan versiyonu. Ancak, işlevleri ve yapabilecekleri daha farklı. Ben, tarihi kitaplardan okumayı severim; ancak izlemeyi daha çok severim. Çok eski bir bina olan Anı Müzesi'nden edindiğim, tarihimizle ilgili birkaç anı izleyeceğiz. Evet, ilk kim test etmek istiyor?" Ders çoktan başlamış, karanlık ve kahverengi yoğunluklu dersliğin boğucu havası, profesörün son sözleriyle dağılmıştı. Çenesinin altına destek yaptığı elini çekti sıranın üzerine bıraktı. Tabii ki ilk o denemeyecekti. Bir bakmak istedi, nasıl bir şey, o şey nasıl hissettiriyor, ondan sonra kalkardı o da. İlk gönüllünün tüm hareketlerini pür dikkat izledi, kötü bir şeye benzemiyordu. Yine de birkaç kişiyi daha bekledi. Zamanını, sıranın kendisinde olduğunu anlayana kadar gelen geçen herkesi izledi, arada bir sıkılıp camdan dışarı baktı. Karanlığı sevmiyordu hatta ondan korkuyordu ya, göğüs kafesinde kızı sıkan bir şeyler vardı işte. Bir şeyler karaladı, aklına gelen kafiyeli şeyleri yazdı, bir de birkaç akor kombinasyonu yaptı, şöyle boş bir vaktinde Ivan'a göstermek için. Gitarda ilerliyordu ve bunu çocuğa borçluydu, iyi bir şekilde gitar çalabilme yolunda adım attığını ve bunun onun sayesinde olduğunu hatırlatmak istiyordu, kardeşim dediği büyücüye. Zamanı geldiğinde yavaşça oturduğu sandalyeden kalktı. Sınıfın arkalarından önlerine doğru geçip profesörün yanına giderken şirin adama hafifçe gülümsedi. Kasenin başına geldiğinde nefesini verdi, tuttuğunu fark etmeden. Sınıfta göz gezdirdi, birkaç arkadaşı kendisine bakıyordu, Lulu'nun baş parmaklarını 'evet' şeklinde kaldırdığını gördü. Bu onu gülümsetti. Gerçekten de sınıfta bir kasvet havası vardı, karanlıktı bir kere. Bir an önce bu ortamdan kurtulmak için bıraktı kendini anılar denizine. Gözlerini kırpıştırarak açtığında bir anda koyu mor elbiseli bir kadınla süet takımı olan bir adam dans ederek geçti önünden, hızlıca. Ne olduğunu anlayamadan bir çift de arkasından geçti. Kendi etrafında şöyle bir dönüp neler olduğunu anlamaya çalıştı. Kafasını hafifçe yukarı kaldırdığında mumları gördü, tıpkı büyük salondaki gibiydiler. Gözlerini gezdirmeye başladı salonda; altın varaklı süslemeler, şamdanlar, kahverengi-dore ağırlıklı duvar kağıtları, beyaz örtüleri yerlere kadar inen masalar, gösterişli ziyafet yemekleri, dans edip gülen insanlar ve en sonunda dört tahtı andıran koltuğun üzerine yerleşmiş dört ihtişamlı insan. Sanki balonun sahipleriydiler, büyük ihtimalle öyle olmalıydı. Bu kadar büyük ihtişam ancak krallara, kraliçelere layıktı. İkisi kadın ikisi erkekti, erkeklerden biri oldukça heybetli ve korkusuz duruyordu, üzerindeki kırmızı kıyafetle. Diğeri koyu yeşil üstüyle ve bakışlarıyla insana kendini kötü hissettiriyordu, başka tarafa bakmasına sebep oluyordu. Kadınlardan birinde lacivert, oldukça güzel kadifeden bir elbise vardı, kabarık bir tane. Saçlarının ortasına kondurduğu toka ile de güzel görünüyordu, gerçekten. Gözlerinde öyle bir parıltı vardı ki, zeki bir kadın olduğu her halinden belliydi. Ve en sonunda, kızılımsı sarı saçlı, yeşil sevecen gözlü, tıpkı binasının kurucusu Helg- "Aman Tanrım Helga, bu sensin!" diye çığlığı bastı, burada ne olduğunu anladığında. Ellerini ağzının önüne kapattı, gözleri kocaman açılmış bir şekilde durdu öylece. Hemen oracıkta bayılabilirdi. O anda zıplamak, çığlık atmak, delicesine koşmak istiyordu tüm salonun etrafında. Gözleri hala kocamandı, ne yapacağını bilemeden çişi gelmiş küçük bir çocuk gibi kıpırdanıyordu olduğu yerde. Ama kimsenin ona bakmadığını fark etti, çığlığının ardından bile kimse istifini bozmamıştı. Tabi ya, diye geçirdi içinden. Sen yoksun ki burada akıllım.Yani o anda en saçma şeyi yapsa bile sorun olmayacaktı, muhteşem! Hemen koştu idolüne doğru, saniyeler uzadıkça uzuyordu, sonunda ulaştığında kurucularına, yıllar geçmişti sanki. Kadın kızıl-sarı buklelerinin arasından sıcacık bir bakışla salonu inceliyor, zaten hep yüzünde olan gülümsemesi arada sırada gördüğü bir şeyle birlikte daha da büyüyordu. Sırtı dik, oturuşu oldukça nazikti. Elleri kucağında ondan bağımsızmış gibi narince duruyordu. Sarı ipekten elbisesi incecik beline tam oturmuş, bembeyaz omuzlarını açıkta bırakacak şekilde yerleşmişti Helga'nın üzerine. O kadar gerçek, o kadar muhteşemdi ki, kendini tutamadı Librea. Kelimeler boğazında düğümlenmiş, yaşlar göz pınarlarına gelmişti bile. Sevinçten ne yapacağını bilemeden kafasını kaldırmış genç kadına bakıyordu, hayatta en çok istediği şeylerden biri gerçekleşmişti işte! Ne yapabilirdi ki başka? Yavaşça elini uzattı genç kadına, ona dokunmak maksadıyla. Tam o sırada renkler silindi, tekrar karanlığa büründü görüşü. Yine o kasvetli hava geri gelmişti, şimdi karşısında Helga değil Profesör Mills vardı, kendisine gülümseyen. Yine de yüzündeki gülümseme ve heyecan silinmemişti. Profesöre şirince gülümsedikten sonra sırasına doğru koştu, kalbi hala pır pır ediyordu, "Bunu görmeliydin, Lulu!" dedi heyecanla. Helga'yı en az kendisi kadar seven binadaşının, yoldaşının yanına vardığında ise, heyacandan tir tir titriyordu, halen daha.
| |
| | | Ilyna Sky Avcı & Üniversite Öğrencisi
| Konu: Geri: Cadı Alımları C.tesi Şub. 15, 2014 7:11 am | |
| Seçtiğiniz özel yeteneği de söylerseniz, rütbenizi profilinize hemen işliyorum ^^. | |
| | | Yvette Ella Swansea Madam Devereaux Akademisi Öğrencisi
| Konu: Geri: Cadı Alımları C.tesi Şub. 15, 2014 7:51 am | |
| Yvette Ella Swansea | Vitalum Vitalis Örnek Rol Oyunu:
- Spoiler:
Dipsiz bir karanlığa düşüyorum. Her seferinde. Ne kadar süre düşmeye devam ediyorum bilmiyorum. Belki birkaç dakika belki birkaç saat... Belki de sadece saniyeler sürüyor. Ama etkisi çok güçlü… Uzay boşluğunda savruluyormuş gibiyim. Sonunun nereye gideceğini biliyorum. Her gece gördüğüm kâbuslar birbirlerinin eşi, benzeri. Aynı şeyleri görüyorum her seferinde. Bu kâbusumda diğerleri gibi olacak. Sırtüstü kuru, cansız toprağın üzerinde uyanıyorum. Topraktan yükselen sıcaklık tenimi okşuyor. Vücudumun her yerinde hissedebiliyorum. İlk kâbusumda dehşete düştüğümü hatırlıyorum. Ama artık sıradan geliyor her şey. Toprağı damar yolları gibi delip geçen lavların adeta bir nehir gibi gürül gürül akışını duyabiliyorum. Toprağı yakıp geçiyor. Canlı kalan hiçbir şey yok. Burada hiçbir canlıyı görmedim. Sadece ben varım. Toprak oldukça kuru ve siyah. Kül gibi. Belki de küllerin birleşiminden oluşmuştur. Havada küçük siyah küller uçuyor. Ağır bir koku var etrafta. Gökyüzünü izliyorum. Adeta ikiye ayrılmış. Bir tarafı kızıl, sarı, turuncu renklere bürünmüş. Parlak küçük ışıklar var etrafına dağılmış. Yıldızlar. Yıldızlar olduğunu düşünüyorum ama emin değilim. Bir tarafı ise gece mavisi… Karanlık. Kollarını diğer tarafa uzatmaya çalışan bir ahtapot gibi. Renkleri istiyor. Onlara sahip olmak... Ya da sadece yok etmek. İkiye ayrıldıkları yer fazla parlak. Beyaz ince bir ışık ve ufka doğru iniyor. İnce parmaklarımı kuru toprağın derinliklerine bastırıyorum. Gezdiriyorum. Parmak uçlarımın siyah olacağını biliyorum. Ama… Yapacak bir şey yok. Çıplak bedenimin üzerinde geziniyor küller. Tenime değenler ateş alıyor ve yok olup havaya karışıyor. İnce parmaklarımı topraktan geri çekiyorum ve dirseklerime dayanarak doğruluyorum. Ufukta ki ışık gözlerime çarpıyor. Bir süre bakamıyorum. Sonra alışıyorum. Işık çok güzel… Beni kendisine çağırıyor. Bacaklarımı kendime çekiyorum ve çenemi dizime dayıyorum. Bir süre daha ışığı izlemek istiyorum sadece. Ayağa kalkıyorum. Işığa ilerlemek istiyorum. Oturmak sıkıcı geliyor. Harekete geçmek istiyorum. Ya da uyanmak... Burada daha fazla kalmak istediğimi sanmıyorum. Ayaklarım toprağa batıyor ama aldırmıyorum. Yürümeye devam ediyorum. Bugün oraya ulaşmak istiyorum. Artık bitmesini… Soğuk bir meltem saçlarımı uçuşturuyor ve tenimi yalayıp geçiyor. Burada rüzgâr esmez. Esmezdi. Omzundan geriye bakıyorum. Gökyüzünü ikiye bölen beyaz ışık orada simsiyah… Ufukta karanlık var. Daha önce görmemiştim. Karanlığın böyle yakınımda olduğunu fark etmemiştim. Korkuyorum. Tenim karıncalanmaya başlıyor. Bedenim bitkin. Ama… Karanlıktan kaçmalıyım. Derin bir nefes alıyorum ve ışığa doğru koşmaya başlıyorum. Meltem şiddetleniyor. Sanki beni yakalamak ister gibi. Nefes nefese kalıyorum ama koşmam gerektiğinin farkındayım. Burada bir şeyler farklı. Bir şeyler değişti. Değişmeye başlıyor. Değişimden korkuyorum. Koşmaya devam ediyorum ama ışık benden uzaklaşıyor. Rüzgâr kulaklarıma kadınların çığlıklarını getiriyor, adamların bağrışlarını, çocukların, bebeklerin ağlayışlarını. Acı yüklü sesler canımı yakıyor. Düşüyorum. Siyah küller havalanıyor. Rüzgâr etrafımda bir daire oluşturmaya başlıyor. Sesler. Sesler artmaya başlıyor. Ellerimi kulaklarıma bastırıyorum ama faydası yok. Sanki beynimin içinde tüm sesler, tüm acı. Karanlık bana ulaşıyor. Tenimi okşadığını hissediyorum. Islak ve ağır… Leke bırakıyor. Susmalarını istiyorum. Beni rahat bırakmalarını... Dudaklarımı aralıyorum. Sesimin çıkmayacağını biliyorum. Çıkmamıştı. İlk çığlıklarımı hatırlıyorum. Uyanmak için attığım çığlıkları. “ RAHAT BIRAKIN BENİ! BIRAKIN! BUNA DAYANAMIYORUM! “ İnce sesi kulaklarına ulaştığında afallıyorum. Sesler sönükleşmeye başlıyor. Üzerimden ağır bir yük kalkmış gibi hissediyorum. Yok oldular. Karanlığı hissetmiyorum. Yanaklarımın ıslak olduğunu fark ediyorum. Ağladığımı fark etmemiştim. Ellerimi yanaklarımın üzerinde gezdirirken ışığı fark ediyorum. Çok yakın. Yakınlaşmaya devam ediyor. Beni içine almasını istiyorum. Gözlerim kamaşıyor. Elimi gözlerime siper ediyorum ama faydası yok. Gözlerimi kapatıyorum. Ilık, nemli bir havanın beni sardığını hissediyorum. Bedenimi geziyor. Yavaşça gözlerimi açıyorum. Işık çok güçlü ama artık rahatsız etmiyor. Karşımda biri var. İlk kez burada birini görüyorum. Altın sarısı parlak bir elbisesi var. Üzerinde yaldızlar beyaz parıltılar saçıyor. Yıldızlar gibi. Süt beyazı teni rengin açığa çıkmasını sağlıyor. Oldukça solgun. Ama canlı. Mavi gözlerini görebiliyorum. İnsani gözler. Daha önce böyle bir maviyi hiç görmedim. Gözlerimi kırpmadan bakıyorum. Koyu siyah saçları yere kadar dalgalar halinde uzanıyor. Yumuşak ve parlak… Dokunma isteği uyandırıyor. Pembe dudakları yukarıya doğru kıvrılıyor. Beyaz ince elini bana doğru uzatıyor. Beyaz tenine dokunmak istiyorum ama onu kirletmek isteyeceğim son şey. Ama parmaklarım simsiyah. Siyah küllere bulanmış haldeyim. Ama gene de ellerimi ona uzatıyorum. İnce eli güçlü bir şekilde elimi kavrıyor beni kaldırıyor. Oldukça uzun boylu… Yüzümü yukarıya doğru kaldırmak zorunda kalıyorum. Altın rengi elbisesi alev kırmızısına dönüşüyor. Alev almış gibi. Ama bundan rahatsızlık duymuyor. Bana gülümseye devam ediyorum. Gördüğüm en güzel kadın olduğunu düşünüyorum. “ Nia. Kızım. “ Kızım diye bana seslenmesi garip. Ama kendimi ona ait hissediyorum. Elimi sıkıca tutmaya devam ederken diğer eli ile saçlarıma okşuyor, yüzüme dokunuyor. “ Korkma. Artık korkmana gerek yok. Nia. Kızım. “ Sözleri beni rahatlatıyor. Kendimi daha güçlü hissediyorum. “ Her şey değişti benim kızım. Güçlü olmalısın. Önceki hayatın bir rüyadan ibaretti. Şimdi. Yeni hayatın. İçinde uyuyan ejderhanın uyanışı ile başlıyor. Gerçek hayatın. Gerçek kimliğin. “Tenim karınlanıyor. Sıcaklık tüm vücudumu sarıyor. Göğsümde bir baskı hissediyorum. Ortaya çıkmayı isteyen bir şey var içimde. Ejderha. Ben Ejderhayım. “ Seni uzun zamandır bekledik. Artık buradasın. Nia. Kızım. Sen Ejderhasın. Sen ateşsin. Ateşin Ruhu Oona’nın… Benim kızımsın. “■■■ Gözlerimi açıyorum. Yeniden odamdayım. Yatağım ıslak. Terlemişim. İnce örtüyü üzerimden çekiyorum ve doğruluyorum. Yatağımın yanında ki küçük komodinin üzerinde çalar saat 8.30’u gösteriyor. İnce parmaklarımı terden ıslanmış saçlarımın arasından geçiriyorum. Yataktan kalkıyorum ve pencereye doğru ilerliyorum. Londra’nın sıradan yağmurlu havalarından biri… Koyu bulutlar gökyüzünü kaplamış. Pencereyi açıyorum. Odanın içine soğuk havanın dolmasını sağlıyorum. Sıcak tenime yayılan soğukluk rahatlatıyor. Bir süre pencerenin önünde duruyorum. Sokak arasında birkaç küçük çocuk top oynuyor. Yaşlı bir kadında elinde poşetleri ile caddeden geçiyor. Çocuklara bakıyor. Belki de poşetleri taşımakta zorlanıyor. Ama yoluna devam ediyor. Karşı apartmandan birinin bana baktığını fark ediyorum. Matt. Dudaklarımı birbirlerine bastırıyorum. Canı yanıyormuş gibi görünüyor. Onu terk ettim. Ama arkadaş kalmak istediğimden eminim. Onu hayatımdan çıkaramam. Emma ve Matt. Ailemden sonra bana yakın olan iki kişi. Dostlarım. Matt benim için doğru erkek değil. Ondan ayrılmak oldukça zordu. Halen bana aşık olduğunu biliyorum. Bende onu ölümüne seviyorum ama… Bir şeyler değişti. Eskisi gibi değilim. Elimi sallıyorum. O da bana gülümseyerek elini sallıyor. Bileğinde ki saate vuruyor. Okula gitmem gerektiğini biliyorum. Başımı sallıyorum. Eve gelmesini istemiyorum. Ortamı yumuşatmak için beni evden alabileceğini düşünüyorum. Ama… Bunu istemiyorum. Pencereden geriye çekiliyorum. Yatağın üzerinde ki ince örtüyü ve nevresimi hızla çıkarıyorum. Bir yumak haline getirip, iki elimin arasında tutuyorum. Odadan çıkıyorum ve koridoru geçiyorum. Örtüyü ve nevresimi çamaşır sepetinin derinliklerine yolluyorum. Kapıyı kilitliyorum. Soğuk suda yüzümü birkaç kez yıkıyorum. Ama fayda etmiyor. Sıcaklık artmaya devam ediyor ve bunalıyorum. Aynada ki aksim yorgun… Bronz tenim daha koyu görünüyor. Kahverengi saçlarım karmakarışık. Siyah tokayı çekiştirip saçlarımdan ayırıyorum. Saçlarım özgürlüğe kavuşmanın sevinci ile omuzlarıma dökülüyor. Gözaltlarım çökmüş. Parmaklarımı yüzümde gezdiriyorum. Üzerimde ki pembe bluzu ve kenarı sökülmüş şortumu çıkarıyorum. İç çamaşırlarımda çıkarıyorum ve hepsini çamaşır sepetine atıyorum. Soğuk bir duş almanın rahatlatıcı olacağını düşünüyorum. Soğuk suyu açıyorum ve kabine giriyorum. Saçlarımı yıkıyorum. Taramak oldukça güç… Birbirlerine karışmışlar. Ama başarıyorum. Uzanıp beyaz bornozu alıyorum ve üzerime geçiriyorum. Beyaz havluyu da saçlarıma sarıyorum. Daha temiz ve rahat hissetmek güzel. Kapıya doğru yönelirken aynada ki aksime takılıyor gözlerim. Üzerimden buhar çıkıyor. Bornozu sıyırıyorum ve omzuma bakıyorum. Tenimde kalan tüm sular buharlaşıyor. Nefesim kesiliyor. Beyaz havluyu saçlarımdan ayırıyorum. Saçlarım şimdiden kurumuş. Kapının kilidini hızla açıp, odama yöneliyorum. Tenim ve saçlarım çoktan kurudu. Sanki tenim alev almış gibi. Rüyayı anımsıyorum. Boğazım kuruyor. Tedirginlik benliğimi sarıyor. Elimi göğsüme bastırıyorum ve bir süre bekliyorum. İçimden on’a kadar sayıyorum. Kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi atıyor. Derin bir nefes alıyorum. Duvara yaslanıp bir süre daha bekliyorum. Daha iyiyim. Geniş dolabıma yöneliyorum. Siyah V yakalı tişörtümü ve koyu mavi kotumu çıkarıyorum. Dolabın kenarına bıraktığım asker botlarımı da parmaklarımın arasına alıp yatağıma yöneliyorum. Bornozu çıkarıp, dantelli iç çamaşırlarımı giyiyorum. Ardından tişörtümü ve mavi kotumu üzerime geçiriyorum. Yatağa oturup botlarımı giyerken kapı açılıyor. İçeriye Andrew giriyor. Beni uyanık görmeyi beklemiyormuş gibi şaşkın bakıyor. “ Nia. Uyanıksın. Bunu beklemiyordum. Oysa seni uyandırmak için eğlenceli birkaç fikrim vardı. “ Andrew oldukça uzun boylu ve cılız… Gür kahverengi saçları, koyu kahverengi gözleri var. Uzun yeşil paltosunu, mavi kazağını ve siyah dar paça pantolonunu gitmiş. Ayaklarında doğum gününde hediye ettiğim spor ayakkabılar var. Birbirleri ile benzer bir yönleri yok. Kardeş olmaları bir mucize gibi… Parmaklarının arasında tuttuğu çörekten büyük bir ısırık alıyor ve çiğnerken, konuşmaya devam ediyor. “ Akşam Soho’ya gideceğiz. İstersen sende gelebilirsin. Ama Emma’yı da getir. Matt ile ayrıldığın doğru mu? Büyük aşkın bitmesi oldukça şaşırtıcı… Ne o? Yoksa ponpon kızlardan biri ile işi pişiriyor muymuş? Onu neden terk ettin? “ Gözlerimi deviriyorum. Andrew ise beklenti ile bana bakıyor. Cevap vermek istemiyorum. Ama… Andrew beni akşama kadar rahatsız edecektir bundan dolayı. Botumun bağcıklarını sıkıca bağlıyor ve ayağa kalkıyorum. Çalışma masamın üzerinde ki ders kitaplarımı, bugün hangi dersin olduğunu hatırlamaya çalışarak karıştırıyorum. Andrew öksürüyor. Dikkatimi çekmek istediğini biliyorum. “ Andrew. Sadece. Ayrıldık. Ve ponpon kızlardan biri ile işi pişirmedi. Zamana ihtiyacım var. Son günlerde… Bir şeyler değişti. “ Andrew kapıya yaslanmış, çöreğin son parçalarını ağzına atarken bu konunun daha fazla uzamamasını diliyorum. “ Siz kızların ‘ zamana ihtiyacım var ’ zırvalamaları… Ama bu haber okulda büyü patlama yaratır. Özellikle. Ponpon kızlar arasında… Akşam Emma’yı getirmeyi unutma. “ Cevap vermeme fırsat bırakmadan kapıdan çıktı. Siyah deri çantamı askılıktan aldım ve kitapları içine tıktım. Cep telefonumu da diğer birkaç ıvır zıvırı da aldıktan sonra sandalyede asılı olan koyu yeşil montumu koluma astım ve çıktım. Merdivenlerden hızla aşağıya indim. Babam masada gazete okuyor ve yüzünü seçemiyorum. Çoktan yemeğini yemiş görünüyor. Masada ki tabaklarda sadece birkaç yemek artığı kalmış. Annemde pencereden dışarıya düşünceli bir şekilde bakıyor. Kavga ettiklerini düşünüyorum. Çantamı ve montumu tezgâha bırakıyorum ve babamın yanına gidiyorum. Başımı gazeteden yukarıya uzatarak yüzünü görmeye çalışıyorum. Yüzü gergin ve siyah saçlarının beyazları bugün daha belirgin… “ Günaydın Nia. “ Babamın sesi soğuk ve ekonomi sayfalarına göz gezdiriyor. Gergin olmasının sebebini buna bağlıyorum. “ Günaydın. “ Buzdolabına doğru ilerledim ve bir kavanoz çilek reçelini kaptım. Tezgâhtan da birkaç kızarmış ekmeği… Reçeli kızarmış ekmeğe sürmeye başladım. Annem geriye döndü ve beni ilk kez fark etmişçesine büyümüş gözleri ile bana baktı. “ Nia? Günaydın. Burada olduğunu fark etmedim. “ Yüzü solgundu ve birçok sabaha karşın saçları dağınık, üzerinde sabahlığı vardı. Onun neden böyle göründüğünü merak ettim. “ İyi görünmüyorsun. “ Elini havada salladı ve tezgâha doğru yaklaştı. Bende reçel sürdüğüm ekmeklerden birinden büyük bir ısırık aldım. Ekmeği çiğnemeye devam ederken annemde tezgâhın gerisine gelmişti. Başını kaşıyordu ve elinde soğuk bir kahve vardı. “ Uyuyamadım. “ Ekmeğin son parçasını ağzıma attım ve annemi izlemeye devam ettim. Kahvesinden yudumlar alıyordu. Onunla konuşmak istiyorum. Ama yapamıyorum. Boş tabağı lavaboya yerleştirirken yanağıma küçük bir öpücük koyuyorum. Konuşmak istemediğini anlıyorum. Üsteleyemeyeceğim. Çantamı ve montumu alıp kapıya doğru yöneliyorum. Londra’nın yağmurlu havası evimize çökmüş gibi. Bu hoşuma gitmiyor. Hiçbir şey hoşuma gitmiyor. Çantamın derinliklerine attığım arabamın anahtarlarını arıyorum. Bulmak oldukça güç... Bu sırada sokağın karşısından gelen Emma’yı fark ediyorum. Oldukça güzel görünüyor. Çikolata rengi teni ve kıvırcık kahverengi saçları ile Afro – Amerikan melezi olan kanını açıkça sergiliyor. Beyaz dişlerini sergileyerek gülümsüyor. Bende ona gülümsüyorum. Anahtarı buluyorum. Emma yanıma geliyor. Bugün oldukça neşeli görünüyor. “ Günaydın Nia. “ Sesi oldukça güzel… Sesimden hoşlanmıyorum. Fazla tiz geliyor. Bu yüzden Emma’ya hayranlıkla bakıyorum. Arabaya doğru ilerliyoruz. Hızla yolcu koltuğa geçiyor. Bende arabaya biniyorum. İki sefer çalıştırmaya, çalışıyorum. Sonunda. Çalıştı. Kendimi burada hissetmiyorum. Emma’da anlamış gibi durumu. Bana bakıyor. Ama bir şey söylemiyor. Cebinden telefonunu çıkarıp, mesajlaşmaya başlıyor. Kiminle mesajlaştığını merak ediyorum. Ama sormak içimden gelmiyor. Daha farklı konuları düşünmek zorunda hissediyorum. Dönem sınavları başlayacak. Arabayı sokağa çıkarıyorum ve gaza basmak üzereyken arabanın önüne Matt atlıyor. Emma ve ben korkuyla yerimizden sıçrıyoruz. Matt sırıtıyor. Korktuğumuzu görmüş olması ona eğlenceli gelmiş olmalı. Arkaya biniyor. Sanki dün olanlar yaşanmamış gibi davranıp bana uzanıyor. Geri çekiliyorum. Emma durumu fark ediyor. Dikiz aynasından bakıyorum. Matt geriye çekiliyor. Yüzü asılmış. Arabayı harekete geçiriyorum. Emma gergin ortamdan rahatsız görünüyor. Ellerini birbirine vuruyor. “ Nia… Lizzy Thompson’ın dün gece barda neler yaptığını bilemezsin! Oldukça berbattı. Ama bunun farkında değildi. Öyle sarhoş olmuştu ki. Bugün onun gelmeyeceğini düşünüyorum. Onu gece son gördüğümde Umber’ın kolları arasındaydı. “Lizzy umurumda değil ama Emma’ya dinlemeye devam ediyorum. Düşüncelerimin dağılmasına neden oluyor. Ve bu iyi... Rüyamı hatırlıyorum. Oona. Gözlerimin önünde ışıklar patmış gibi görüyorum. Arabanın kontrolünü kaybediyorum. Işıklar yok oluyor. Emma’nın çığlığı ve Matt’in küfürlerini duyuyorum. Çok uzaktan geliyorlar. Frena basıyorum. Araba hızla duruyor. Gözlerimi ovuşturuyorum ve derin bir nefes alıyorum. “ Nia. Nia. İyi misin? Tanrım! Neredeyse otobüse çarpıyorduk. “ Emma’nın nefes nefese sesi kulaklarıma ulaştı. “ Ben… Üzgünüm. Bir an… “ Başımı direksiyona yaslıyorum. Matt’in güçlü elini omzunda hissediyorum. “ Nia. İyi misin? Pek iyi görünmüyorsun. Bir şey… Bir şey mi oldu? “ Doğruluyorum. Başım patlayacak gibi ve arabanın içi fazla sıcak geliyor. Sanki bir volkanın içindeymiş gibi hissediyorum. Ateş tenimi kaplıyor. İçimi yakıyor. “ Hayır… Ben… İyiyim. Sadece. Yorgunum. “ “ Gene mi kâbuslar? Bu gecede onlardan birini mi gördün? “ Emma’nın sesi tedirgin geliyordu. Matt’in eli halen omzumda. Güçlü durmamı sağlıyor. Kâbuslar... Kâbuslar değişti. Her şey değişti. ‘ Her şey değişti benim kızım. Güçlü olmalısın. Önceki hayatın bir rüyadan ibaretti. Şimdi. Yeni hayatın. İçinde uyuyan ejderhanın uyanışı ile başlıyor. Gerçek hayatın. Gerçek kimliğin. ‘ Oona’nın sesini duyuyorum. Sanki hemen yanı başımda… Ama arabada sadece Emma ve Matt var. Oldukça tedirginler. Elimi Matt’in elinin üzerine koyuyorum. Eli soğuk. Sıcak tenimin altında kayganlaşıyor. Eriyor. Dehşetle geriye bakıyorum. Matt buzdan bir kütle gibi. Karanlık. Emma’da… Çığlık atıyorum. Adeta içimde bir volkan patlamış gibi. Neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Kâbus görüyor olmalıyım. Belki de… Belki de daha uyanamadığımı düşünüyorum. Belki de halen uyuyorum ve kâbusun içindeyim. “ NIA. NIA. NIA. NIA. NIA. NIA. NIA. “ Oona’nın sesi. Arabanın dışı bir sis bulutu ile kaplı. Beni çağırıyor. Titriyorum. Güçlü olmam gerektiğini biliyorum. Arabanın kapısını açıyorum ve dışarıya çıkıyorum. Sis bulutu tüm sokağı sarmış. Halen Londra’dayım. Birkaç adım atıyorum. Oona’nın sesi etrafımda. Ama onu göremiyorum. Sis somut. Katı. İlerlemeye devam ediyorum. Ellerimi vücuduma sarıyorum. Soğuk hava ciğerlerime doluyor. İleride ki ışığı fark ediyorum. Beyaz ve siyah parıltılar saçıyor. Sis ışığa yaklaştığım her an daha fazla yoğunlaşıyor.İnce bir beden görüyorum. Havada asılı. Nefesimi tutarak ilerlemeye devam ediyorum. Yunan heykellerini andıran bir kadın bedeni… Oona değil. Oona’nın sesini duyamıyorum artık. Farklı bir kadın... Buğday teni sisin etkisi ile solgunlaşmış görünüyor. Kızıl saçları rüzgârsız havada dalgalanıyor. Ağaç dalları ve yaprakları ile sarmalanmış. Bir elinde sıkıca tuttuğu uzun bir asa var. Asanın merkezinde döngü halinde enerji toplarını andıran yuvarlak, parlak ışıklar var. Kızıl, altın sarısı, koyu yeşil, saydam, siyah, kan kırmızısı, mavi… Birçok renk olduğunu fark ediyorum. Bir bütün halinde hareket ediyorlar. Göz alıcılar. Asanın merkezinde kızıl bir alev beliriyor. “ Nia. “ Kadın bedeninden cılız bir ses yükseliyor. “ Ateşin kızı. Seni bekliyordum. Uzun zaman oldu. Her şey değişti. “
| |
| | | Ilyna Sky Avcı & Üniversite Öğrencisi
| Konu: Geri: Cadı Alımları C.tesi Şub. 15, 2014 7:59 am | |
| | |
| | | Jayden Lauren Cadı & Üniversite Öğrencisi
| Konu: Geri: Cadı Alımları Paz Şub. 16, 2014 4:55 am | |
| Jayden Lauren | Vitalum Vitalis | Üniversite Öğrencisi
JAYDEN LAUREN A S T O R Y [Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]Gittiği kolejin çıkış saatinde okulun kapısına yanaşan uzun, siyah bir Mercedes’e tüm öğrenciler ağzı açık bakıyordu, her gün olduğu gibi. Şoför koltuğunda oturan Luke ile göz göze gelebilmek için pencereye eğilip gülümsemişti Jayden. Dönüp okula doğru baktığında ona imrenerek bakması gereken gençleri hayretler içinde bakışırken buldu. Ne olup bittiğine bir anlam veremezken kafasını arabanın ardına kaldırmasıyla o da dehşete kapıldı. Yolun karşısındaki Gotik işlemeli binanın dibinde koca bir Harpy kanatlarını göğsüne siper yapmış bekliyordu. Böyle gerçekçi görünen bir animatörü daha önce kimse görmemişti elbet. Dev Harpy kostümlü animatör kanatlarını yana doğru açtığında oluşan rüzgar çevresini kaplamıştı Jayden’ın. Arabadan fırlayıp yolun ortasında Jayden’ı ardına alacak şekilde duran abisine hayretle bakıyordu. Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Abisinin böylesine profesyonel bir animatörle alıp veremediğinin ne olduğunu merak etti. Neyse ki merakı çok uzun sürmedi: Harpy çırpmakta olduğu kanatlarını yere doğru eğip olduğu yerde sıçradı ve kısa sürede havalandı. Daireler çizip çığlıklar atarak okul ve yoldan oluşan çemberin etrafında uçuyordu. Oluşturduğu çemberin içinde ve çevresinde kalan herkes Harpy’nin çığlığından memnun değil gibiydi. Kulaklarını tıkayanlar, dayanamayıp yere çökenler ve dahası bayılanlar. Jayden da çığlığı duyuyordu ama bu kadar etkilenmemişti. Ne yapacağını şaşırmıştı. Okula dönüp saklanmalı mıydı, yere düşen arkadaşlarına yardım mı etmeliydi, yoksa Harpy’nin odağında olan abisinin yanına gidip ona yardım mı etmeliydi? Çok korkmuş olmasına rağmen elindeki çok değer verdiği defterlerini yere atıp abisinin yanına koştu. Yan yana duran kardeşler önce kısa süreli bir bakıştılar. Ardından Luke, rüzgâr dalgalarının arasında sesi dağıldığı için bağırarak “Geleceğini biliyordum. Kalemini çıkar!” diye haykırdı. Ama Jayden neyden bahsettiğini bilmiyordu adeta. “Ne?” diye bağırarak tepkisini göstermeden edemedi. “Sana verdiğim kalem! Yanından ayırmamanı söylemiştim.” Yanından ayırmaması kısmını kim ciddiye alırdı ki? Öylesine söylenen bir söz kadar değersiz değildi ama bu seferki. Jayden koşarak az önce arabanın yanında yere attığı defterlerinin yanına gitti. Defterin kenarına tutturduğu kalemi aradı ama bulamadı. Yere doğru eğildi ve arabanın altına doğru baktı. Abisinin bir yurtdışı seyahati sırasında aldığı kenarında da altın işlemeyle Jayden’ın adının yazılı olduğu kalem bir kol uzağında duruyordu. Kolunu arabanın altına doğru uzattı ve kalemin soğuk metaline dokundu. Kılıca dönüşürken çıkardığı ses, Harpy’nin çığlığını bastırmıştı. Ya da Jayden öyle duymak istemişti. Etrafına baktığında tüm herkesin yerde baygın bir şekilde yattığını gördü. Hala abisi ile kendisinin nasıl bayılmadığını düşünürken Harpy’nin seri bir şekilde üzerine doğru gelişine şahit oldu. Bağırarak elindeki sopa ile Harpy’ye koşan abisine şaşkınlıkla bakıyordu. Jayden Onun bu cesaretine hayran kalmıştı: Daha önce onun bu kadar korumacı davranmasını gerektirecek bir şey olmadığı için bu kadar cesur olduğuna tanık olmamıştı. Şaşkın bir şekilde elinde tuttuğu kılıcı ile yolun ortasında duruyordu. Abisinin “Kendine gel ve harekete geç; koşmaya başla!” diye bağırmasıyla elindeki kılıcın ağırlığını omzunda hissederek okulun asfalt tabanlı yan sokağına doğru koşmaya başladı. Peşinden gelen abisine soru sormak istermişçesine baktığında Luke “Sonra her şeyi anlatacağım. Şimdi sadece koş!” diye söylendi. Zaten Jayden da aynı fikirde idi, şuan yapacak en akıllıca şey koşmaktı. Yan yana koşan kardeşler arkalarına dönüp baktıklarında az önce kafasına koca bir sopa yiyip sersemleyen Harpy’nin gelmekte olduğunu gördüler. Jayden’ın elinde boşuna duran kılıcı seri bir şekilde alıp Harpy’ye fırlatan Luke, şanslı olacak ki yaratığı kanadından yaralamıştı. Acılar içinde çığlık atarak oradan uzaklaşan Harpy’den kıl payı kurtulan ikili oldukları yere çökecek kadar bitkin düşmüşlerdi. Ama Luke’un direktifi ile kimse kendine gelmeden arabaya dönüp oradan uzaklaşmak istediler. Okulun önüne geldiklerinde Harpy’nin koca pençeleri ile az önce onlar kaçarken arabayı karşı binanın duvarına fırlatmış olduğunu gördüler. Jayden sesli bir şekilde küfür etmeden kendini alamadı. Sinirli bir şekilde okulun duvarına doğru uçup kenarda durmuş olan defterlerini topladı. Ve abisi ile oradan koşarak uzaklaştı. Uzaklaşırken de aklına binlerce soru yazmayı ihmal etmedi. Abisini iyi bir sorguya çekecekti. Aynı abisinin onu eşcinselliği ile ilgili sorguya çekmesi gibi.
| |
| | | Paiva Lechkov Avcı
| Konu: Geri: Cadı Alımları Paz Şub. 16, 2014 6:23 am | |
| | |
| | | Theodorakis Palabras Antik Tarih ve Sanatları Profesörü & Cadı
| Konu: Geri: Cadı Alımları Paz Şub. 16, 2014 7:42 am | |
| Theodorakis Palabras | 36 | Transmutation & Zaman KontrolüÖrnek RP: (bkz. jayden)*özel rica, profesör rütbesi kalsa ama yine de yukarıya cadı filan yazsa olur mu? mavi rank istiyorum da. | |
| | | Evaris Sky Cadı
| Konu: Geri: Cadı Alımları Paz Şub. 16, 2014 7:45 am | |
| Irk kısmına cadıyı eklerim ben lakin bir yetenek alabiliyoruz -diye biliyorum ben- Birini seç öyle ekleyeyim ben ^.^ | |
| | | Theodorakis Palabras Antik Tarih ve Sanatları Profesörü & Cadı
| Konu: Geri: Cadı Alımları Paz Şub. 16, 2014 7:48 am | |
| Ama zamanla 7 yeteneği kullanma hakkımız varsa bu kendimizi geliştirebiliyoruz demektir. O zaman yeni yetenek çakralarımızı açabiliyoruz anlamı taşır. Ben de bundan ötürü Zaman Kontrolü ve Yer Değiştirmeyi seçtim. Ne de olsa transporting -yer değiştirme- de zamanı büküp yer değiştirmekten ibaret. Ha, sorun çıkacaksa hala "Zaman Kontrolü"nü seçiyorum efm. bir de yukarıdaki rütbe yerine "& Cadı" diye eklenirse sevinirim. | |
| | | Evaris Sky Cadı
| Konu: Geri: Cadı Alımları Paz Şub. 16, 2014 7:51 am | |
| Yeteneklerin gelişimi Güç Sistemi'ne göre ayarlanacak ama daha eklenmedi galiba sistem ben bile bilmiyorum ondan şe'yaptım. Aman bee soğuk admin olmucam jkfshjfksf. Du hemen hallediyorum.^^ | |
| | | Theodorakis Palabras Antik Tarih ve Sanatları Profesörü & Cadı
| Konu: Geri: Cadı Alımları Paz Şub. 16, 2014 7:54 am | |
| Senden sert admin mi olur ya kuzum? ^^ (sohbet başlığı mode on) | |
| | | Gianna de Laurentis Madam Devereaux Akademisi Öğrencisi
| Konu: Geri: Cadı Alımları Paz Şub. 16, 2014 10:48 am | |
| Gianna de Laurentis Concilium- Spoiler:
Okunduktan sonra silinsin lütfen. kullanıcının isteği üzerine rp silinmiştir. | |
| | | Winter W. Archangel Madam Devereaux Akademisi Öğrencisi
| Konu: Geri: Cadı Alımları Paz Şub. 16, 2014 11:31 am | |
| | |
| | | Greger Samsa Cadı & Üniversite Öğrencisi
| Konu: Geri: Cadı Alımları Ptsi Şub. 17, 2014 8:58 am | |
| Greger Samsa | Telekinesis.[spoiler]Üyenin isteği üzerine silinmiştir.
| |
| | | Brandon Sky Avcı
| Konu: Geri: Cadı Alımları Ptsi Şub. 17, 2014 9:01 am | |
| - Winter W. Archangel demiş ki:
- Rütbe veriliyor ^^.
| |
| | | Anechka Meyerovich Cadı & Üniversite Öğrencisi
| Konu: Geri: Cadı Alımları Ptsi Şub. 17, 2014 10:10 am | |
| & Anechka Meyerovich. & - Spoiler:
Gözünü yakarcasına yüce bir ihtişama sahip olan gökyüzünü bembeyaz bir bulut kapatmaya başladığında çevirmişti başını göğe. Sadece kemikten oluşuyormuşcasına ince parmaklarını, toprakta gezdirmekten vazgeçerek, karnının üzerinde birleştirmiş sessizce uzanıyordu Fransa’nın en güzel lavanta bahçelerinden birinde. Lila renginin harika bir tonuna sahip bu bahçeyi her sene Ellinor büyük bir mutlulukla eker, Lancelot ise bir köşeye geçip onu izlerdi. Bu lavanta bahçesi onunla birlikte büyümüş gibiydi. Onunla ve ondan önce Allison ve Ellinor’la.
Sevgili teyzesi siyah tokasının içinde dolanarak hapsedilmiş saçlarını bir tek bu bahçede özgür bırakır, dilediğince uçmalarına izin verirdi. Beyaz teninde su gibi akan simsiyah saçları gözlerine özgürlüğün resmini çizerdi adeta. Onu izlerken düşündüğü şey hep aynıydı Lance’in. Ellinor gerçekten iyi bir ebeveyndi.
Derin dekolteli kirli beyaz renkteki elbisesiyle bahçenin öbür ucundan kendisine doğru koşturan genç kız, aniden doğrulmasına sebep olduğunda gerçekten uzun zamandır burada uzandığını fark ettirecek kadar büyük bir ağrı girdi Lancelot’un beline. Ayağa kalktı, özel mülk olduğu için buraya izinsiz girilemezdi fakat birileri yasayı çiğnemeye pek meraklıydı anlaşılan. Obsidyen rengindeki saçları, yüzünün etrafından dalga dalga dökülürken koşuşturan kıza hiçbir zorluk çıkartmıyor, aksine büyüleyici güzelliğinin önemli bir parçası olduğunu vurguluyorcasına bir oraya bir buraya salınıyordu. İri gözleri vardı kızın ve o kadar güzellerdi ki rengi gökyüzünü dahi utandırıyor olabilirdi. Kızın beyaz tenine dokunmak istemişti Lancelot. Bunu büyük bir özlemle gerçekten istemişti. Fakat birinin daha geldiğini gördüğünde kıza yoğunlaşan dikkati bir anda dağıldı ve geriden gelene gözleri sabitlendi. Kendisinden uzun, kumral ve tipik bir Fransız erkeğiydi kızı yakalamaya çalışan genç. Hafifçe dolgun dudaklarının etrafındaki kirli sakalı ona gerçekten yakışmıştı. Bir an için kıskandı Lancelot, ilk defa bir erkeği kendini beğendiği kadar beğeniyordu.
“Dur!” dedi yanından geçen çocuğa. Kolunu kavramaya çalıştı fakat çocuğun bedeninin içinden geçip gitmişti parmakları. Kendini tekrar gökyüzünü kapatmaya çalışan bulutu izlerken bulmuştu. Tekrar doğruldu, kızdan ve gençten eser yoktu.
“Ah, tamam. Madem o kadar merak ediyorsun, öldüğümde onu okumana izin vereceğim Lancelot. Fakat o zamana kadar beklemelisin. O zaman geldiğinde, onu rahatlıkla bulacaksın.” Ellinor’un söylediği sözler zihninde yankılanırken arasına parşomenlere yazılmış notlar sıkıştırılan eski bir günlük geldi aklına Lance’in. Günlük teyzesine aitti. Kapı aralığında, teyzesinin bazı sayfaları ağlayarak yırtıp cinnet geçirir gibi tepindiğini gördükten sonra yastığına sıkıca sarılarak içeri girmişti, henüz yazanları okuyamayacak kadar küçüktü. Teyzesine orada yazanları sorduğunda ise bu yanıtı almıştı. Şimdi ise yazanları okumak için daha uygun bir zaman yoktu. Ayağa kalktı, tüm anılarının geçtiği lavanta bahçesindeki eski ahşap eve doğru yürüyordu.
Not: Geri kalanını üşenip yazmamıştım, diğer karakterim Lancelot Burrell'in bir rp'si. Ann'li olanlar hoşuma gitmiyor. & Concilium | |
| | | Ilyna Sky Avcı & Üniversite Öğrencisi
| Konu: Geri: Cadı Alımları Ptsi Şub. 17, 2014 10:22 am | |
| | |
| | | Krystelle Bartoloměj Madam Devereaux Akademisi Öğrencisi
Yaş : 28
| Konu: Geri: Cadı Alımları Çarş. Şub. 19, 2014 12:46 pm | |
| :: Krystelle Bartolomej. :: - *:
edit büdüt sonra çalıyonuz
:: Concilium. | |
| | | | Cadı Alımları | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|